Terörle mücadelede çerçeve

Eğer terörsüz bir ülkede yaşamak, huzur içinde evimize ulaşmak istiyorsak, savunma anlayışımızı dar kalıplara sıkıştırarak değil, gerçeklik ve tarih bilinciyle ele alarak hareket etmeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti, sadece bir ulus-devlet değildir; bir imparatorluğun bakiyesidir. 
Coğrafyası kadar hafızası, halkı kadar sorumluluk alanı da geniştir.
Türkiye'nin savunma hattı yalnızca kendi sınırlarından ibaret değildir; kimi zaman Libya’dır, kimi zaman Bosna’dır, ya da Selanik. Kimi zaman Halep, Musul, Kerkük, hatta Batum’da şekillenir. 
Bu geniş güvenlik perspektifini kavrayamayanlar, terörü kendi kapılarında bulurlar; oysa mesele çok daha derindir, çok daha katmanlıdır. 
Terörle mücadele yalnızca sert açıklamalarla, yüksek perdeden söylenen sözlerle yürütülemez. Yürütüleyemeyeceğini de kırk yıldır acıyla tecrübe ediyoruz.
Bu mücadele ekonomik güçle, milli savunma kapasitesiyle, teknoloji üretimiyle, savunma sanayisine yapılan yatırımla anlam kazanır. 
Güçlü bir ekonomi, ortak hedefe odaklanmış bir halk ve yerli mühendisliğe dayanan bir silah sanayii olmadan, terörle mücadelenin kalıcı sonuç doğurması mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kırk yılı aşan terör mücadelesi bize şunu öğretmiştir: 
Bu sorun ancak ortakakılla, aklıselimle, soğukkanlılıkla ve uzun vadeli bir stratejiyle çözülebilir. 
Duygusal reflekslerle değil, devletiyle milletiyle ortak aklın buluştuğu yerde çözüm doğar. 
Güvenlik, diplomasi, ekonomi ve toplum psikolojisi bir bütün hâlinde ele alındığında, terörün beslendiği zemin de giderek daralacaktır.
Bugün en büyük ihtiyacımız, meselelere dar pencereden değil, devlet aklının geniş ölçeğinden bakabilmektir. Çünkü Türkiye’nin savunması, sınır çizgileriyle değil; tarih, coğrafya ve gerçeklikle belirlenir. Ve aklıselim; bu uzun yolculuğun en güçlü silahıdır. Yüzyıl önceki sınırlarımız ve ahdı millimiz bunun en büyük delilidir.